Yaşam

Adalet kılıcını kıran küçük umutlar

Gönül Kıvılcım’ın sekizinci kitabı ‘Küçük Umutlar’, Ocak 2024’te Everest Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Geçtiğimiz yıl Washington Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nden ‘Leyla Erbil’in Tuhaf Bir Kadın’ında Utançtan Kurtulmak ve Kendini Keşif’ başlıklı teziyle doktora derecesini alan Gönül Kıvılcım’ın yazdığı, sahnelenmiş iki tiyatro oyunu da bulunuyor.

KÜÇÜK UMUTLAR

‘Küçük Umutlar’, iki ana kısımdan oluşan bir roman. Yazar, romanın ilk kısmında Bakkal Hasan, Yazar Leyla, Peynirci Halil, Şair Veysi’ye yakın bir tanrısal anlatım izleği seçerken, ikinci kısımda Hülya ve Asiye’nin ön plana çıktığı, bilinmeyenlerin zaman zaman derinleştiği bir yolculuk sunuyor bize. Yoldaki engebeleri gitgide büyütürken de çözülmeleri beraberinde getiriyor.

BORÇ BATAĞI

Kitap, Hasan’ın borç batağına düştüğü, karısı Asiye tarafından terk edildiği için kendini iyice açmazda bulduğu ve intiharı tek seçenek olarak gördüğü yerde, İstanbul’un en karmaşık semtlerinden biri olan Tophane’de açılıyor. Metin Eloğlu’nun şiirinden “Ölümün eli kulağında ama yaşamın da”, mısralarının eşlik ettiği bu ilk bölüm boyunca Hasan’ın yazmayı ertelediği intihar mektubunu, Leyla’nın adını siyasi suçlular listesine ekleyen önceki romanını ve yazmaya başladığı bakkal hikayesini, Veysi’nin Hasan’ın peşindeki -onu borç, kendisini yalnızlık batağından çekip alacak- arayışını, Halil’in sevgilisi Hülya’nın ardından düştüğü çaresizlik sarmalını anlıyor; arka planın yer yer Sabahattin Ali’ye veyahut Ernest Hemingway’e yaslandığı bölümleri okuyor ve hatta Arat Drink’e, Cumartesi Annelerine, Gezi Parkı’na, Filistin’e rastlıyoruz.

Peki tüm kazanların kaynadığı, ressamların, şairlerin, yazarların, esnafların oturduğu ve hatta geçmişte Madam Anastasia’nın veyahut Nico’nun yaşadığı bu mahalle, ülkenin küçük bir yansıması değil mi? Bana kalırsa kiminin para, kiminin gelecek, kiminin özgürlük borcuyla boğuştuğu bu sokak ülkenin alegorisi.

Tüm bunları bir kenara bırakıp daha derine indiğimizde ise Leyla’nın yazdığı bakkal karakterine ve bu karakterin Hasan’la olan bağlantısına eğilebiliyoruz. Bu noktada Gönül Kıvılcım, Hasan’ın zihnindekileri anlatan, kaderini başkasının eline bırakacak kadar kararsız kalmanın engebesini hissettiren ve belki de ‘Küçük Umutlar’ın çerçevesini oluşturan şu cümleleri kuruyor: “Aklı fikri kahramanı olduğu eserdeydi. Artık sabrı kalmadığını anlamıyorlardı. Ne olacaksa olmalıydı. Hayatta kalacaksa kalmalı, ölecekse ölmeliydi.”

ZOR SORULAR

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’in “Derinden iç çekmek ve düşünmek kendini: Ne zaman alacak peki iblis seni” epigrafının eşlik ettiği ikinci kısım, yazarın ilk kısımdaki erkek karakter odaklı merkezi kırdığı, hikayenin kadınlarını ana hat üzerine aldığı, ilk kısımda oluşan bilinmezliklerin cevaplarını verdiği ancak yeni sarmallar yaratmaktan geri durmadığı bir anlatımla çıkıyor karşımıza. İlk kısım boyunca tanıdığımız Peynirci Halil’in muğlaktaki sevgilisi Hülya’ya ne olduğunun sorusu bu kısmın açılışında cevaplanırken, Bakkal Hasan’ın karısı Asiye’nin eşini terk etme sebepleri de usulca ortaya serilmeye başlanıyor.

‘Küçük Umutlar’ın kadın karakterlerinin kendi ayakları üzerinde duracağının, hayatlarındaki erkeklerin hegemonyasından özgürleşeceklerinin, kendilerine kendi istedikleri düzlemde yollar çizeceklerinin anlaşıldığı ikinci kısımda Hülya’nın kurduğu dikkat çeken bir cümle var: “Biz ideal aileyiz işte. İki kadın bir çocuk. Evin reisi yok”. Bu cümle ideaları ters yüz eden ve hatta kadınların her şeye yetebileceğinin sinyalini veren bir pasaj. Ancak Hülya’nın üreme güdüsünden sıklıkla bahseden yazar, ideal aile kavramını sorgulamamızı da sağlıyor.

Bu bölümü ilk bölümle bağlayan onlarca ayrıntı varken ben, en çok dikkatimi çekenlerden birine değinmek istiyorum. Kendilerini yeter düzeyde eğitimli görmeyen Hülya ve Asiye, birinden yardım almaları gerektiğini düşünürken kurtarıcı olarak Yazar Leyla’dan medet umuyorlar. Kendilerinde eksik gördükleri her şeyi Leyla’nın sonuca ulaştıracağını düşünen bu kadın karakterler, ilk bölümde Bakkal Hasan’ın kapıldığına benzer bir fikirle karşılıyor bizi. Yazarın kendisini referans verdiği Leyla karakteri bir bakıma eril iktidara bir başkaldırı imgesi yani tanrı figürü olarak yer alıyor hikayede.

Küçük Umutlar, Gönül Kıvılcım, 296 syf., Everest Yayınları, 2024.

DAYANIŞMA

Paul Lafargue’nin ‘Tembellik Hakkı’ kitabında şöyle bir pasaj vardır: “Sınıf dayanışmasının çeşitli tezahürleri, kendi çıkarlarının topluluğun çıkarlarından geçtiğini anlayan, ihtiyaç ve isteklerinin memnun edilmesinin de kolektif varlığının memnuniyeti anlamına geldiğini kavrayan insandaki tür bilincinin belirtisi ve başlangıcıdır aslında.”

‘Küçük Umutlar’ın kırılma noktası da yukarıdaki örneğin izdüşümü. Bakkal Hasan yazıp yazıp tamamlayamadığı intihar mektubunu nihayete erdirmek için, önce borçlarının alacaklısı Halil’in kapısını çalıyor. Bu bir iş birliği çağrısı. Ancak Halil’in borcu silme koşulu olarak kayıp sevgili Hülya’nın peşine takılmasını istediği bakkal için başka bir yolculuk başlıyor, bu da beklentinin dışındaki iş birliği. Bakkal kendisine yardımcı olması için ana dili Kürtçe olan şair Veysi’den yardım istiyor. Bu istek beklenenin ötesinde bir iştahla karşılanıyor. Veysi’nin bakkala kucak açmasının sebepleri derin derin irdelenebilir. Birçok sebebi olduğu sonucuna da varılabilir. Ancak altta yatan sebeplerden en dikkat çekici olanı da markette ürün taşımacılığı yapan Veysi’nin bakkalın bozulan düzeninde kendini pay sahibi hissetme olasılığı.

Sınıf dayanışmasının ilk kısımda menfaatler veyahut vicdan muhasebesiyle sürdüğünü okurken, ikinci kısımda yani kadın karakterlere yakın durduğumuz bölümlerde, beklentisiz, yalnızca var olmanın amacıyla yol alındığını görebiliyoruz. Kendi çıkarlarının toplumun çıkarlarından geçtiğini anlayan kadın karakterlerin dayanışmasının daha çıplak ve daha etkileyici olduğu söylenebilir.

BÜYÜK MESELELER

Kitap boyunca, Bakkal Hasan borçlarından kurtulmak için çıkar yol arıyor. Öyle ki zaman zaman bir kurmacanın içinde yaşadığını, Yazar Leyla’nın bakkalı anlatan romanını okuduğunda kendi sonunu görebileceğini ve ona göre davranabileceğini düşünüyor. Kısaca Hasan, kitap boyunca mutlak olarak arafta kalıyor.

Yazar Leyla ise Gezi Parkı’nı anlattığı romanının mahkemesini beklerken, bakkalın hikayesiyle oyalanıyor. Ancak kitabın bir bölümünde, Hasan’ın Leyla’dan beklentisinin karşılanamayacağının sinyalini veren şu cümleler geçiyor ikili arasında:

“Bir şeyler yap değiştir bu hikayeyi.”

“Değiştiremem.”

“Nedenmiş?”

“Bazen böyle olur. Karakterler kontrolümden çıkar.”

Kitabın mahkeme bölümüne geldiğimizde, yazdığı romandan ötürü terör örgütüne üye olmakla suçlanan Leyla, hangi örgüte üye olduğunu düşündüklerini soruyor. Savcının cümlesi ise şöyle: “O meydanda arabaları deviren bütün örgütleri kastettim”. Sürpriz tanığın Leyla’nın aleyhinde verdiği ifadelerin de eşlik ettiği bu bölüm, kitabın alt metnini fısıldıyor bize: “Yeniler nifak sokuyordu araya. Leyla onlardan biriydi. Borçluyu alacaklıya, ev sahibini kiracıya, kadını erkeğe, esnafı diğer esnafa, bakkalı markete, karıyı kocaya düşürmüştü. Kitabında kadınları itaatsizliğe telkin ediyor, nereden bulup çıkarıyorsa lafı evirip çeviriyor, aileyi kötülüyor, kocaların suçlarından bahsediyordu.”

Leyla’nın negatif cinsiyet ayrımcılığına uğradığı, ötekinin sesini duyurmayı amaçladığı için susturulmaya çabalandığı, konuştuklarının sorgulandığı ‘Küçük Umutlar’da ondan beklenen başka bir şey doğuyor: Bariyerleri eze eze yürümesi. İşte bu kısımda Gönül Kıvılcım kılıcını kınından çekiyor ve bunu başka bir kadın karaktere, sesini çok az duyduğumuz birine yaptırıyor. Leyla’yı tanrılaşmaktan alıkoyduğu bu kısmı ayrıca başarılı bulduğumu söylemem gerekir.

ELEŞTİREL BAKIŞ

Karakterlerin hemen hepsine aynı mesafede durduğumuz, bazen Leyla, Hülya ve Elif’in bölümlerini birinci tekilden okuyarak, yakınlık sınırını biraz aştığımız ‘Küçük Umutlar’, Türkiye gerçeklerini olabildiğince çıplak anlatan bir roman. Ancak zaman zaman karakterlerin motivasyonlarını, derinliklerini kavramakta zorlandığımı söylemem gerekiyor. Bu da romanın katman katman dizilmesinden ötürü olabilir. Bir de kurguda tesadüfi bölümleri fazlaca bulduğumu ancak başarılı bir şekilde bu kısımların karikatürize edilmediğine, sıradanlıkla okura verildiğine de değinmeliyim.

ADALET VEYAHUT SONA DOĞRU

‘Küçük Umutlar’, adaletin keskin kılıcının kalemlerle kırıldığı bir roman. Bariyerlerin üzerine yüründüğü, gaz bombalarının nefesleri kestiği, kenar mahallelerin kendinden büyük insanları ağırladığı; sınıf farklarına, eğitim düzeylerine, siyasi ayrılıklara rağmen var olma uğraşının diri kaldığı bir roman.

Ama her şeyden çok, Paul Lafargue’nin ‘Tembellik Hakkı’ndaki şu diğer cümlesiyle özetlenebilir: “İnsanın evrensel kurtuluşu, proletaryanın kurtuluşuna bağlıdır.”

Tabii kurtuluş gerçekten mümkün bir şeyse.

Kurtuluş mümkün değilse peki? İşte bu kısımda sözü sevgili Gönül Kıvılcım’dan devralıyor ve yazımı bitiriyorum: “Kaybedenlerin gözyaşları birbirine değmese bile aynı denize dökülür.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu